Çarşamba, Aralık 21, 2005

Aşk after sex or sex after aşk... Hangisi?

Şiddetle önce sex'le başlayan bir ilişkinin ardından sonra çok kaliteli bir aşk geleceğini savunuyorum bir süredir.

Çünkü öncelikle iki bedenin birbirini çekmesi, eğer ardından sağlam bir ilişkiyi getirebilirse tam bir uyum gösteriyor. Uzaktan yaydığın kimyasal kokular uyum sağlamış, inanılmaz bir mıknatıs her ikinizi şiddetle çekmiş, kendinizi yatağa zor atmışsınız... Ve her seferinde çok muhteşem tepişmeler yaşamışsınız. İşte bu diyorsunuz. Gelir gerisi...

Diğer senaryo da ise tanıştın ve anladın ki, çok akıllı, esprili. Mevkisi sana uygun, arabası güzel. Hafif kel, biraz da göbek ama olsun. Bi de arada sırada maço tavırları olmasa... Dur daha bi kaç kez çıkmışsın, hemen atma kendini kucağına, seni hafif sanmasın. Eh zamanı geldi galiba, fena çocuk değil. Kaçırma şunu. Yatakta da kasmaya devam et, bütün numalarını gösterme...

Kızlar nefret etmeyin senaryodan, tam tersi de mümkün.

Sonuç ne: Mantık!

Bu nedenle tekrar ediyorum tezimi: Sex'le başlayan, mantıkla başlayandan daha kaliteli...

Çarşamba, Aralık 07, 2005

Aşk yeniden...

Sizce aynı kişiye iki kez âşık olunabilinir mi? Yâni bilinen terimle, aşk tazelemek?

İkincisi yine bir aşk mı olur, yoksa kaybedilen duyguların birazının geriye kazanılması bir yanılsama mı yaratır?

Perşembe, Kasım 17, 2005

Kadın olmak isterdim...

Niye olmasın? Kendi bedeni ile bu kadar barışık ve her türlü davranışını temel olarak bu dürtü ile yönlendirmenin ne olduğunu anlardım belki de. 35 yıldır anlayamadım, başka bir yolu da yok gibi görünüyor.

Şu anda okuduğum kitaplardan birinde genç bir kız şöyle bir cümle kuruyor : "Onu (kalbimi) yeniden birine açmadan önce, bedenimi herhangi birine sunabilirim...".

Dönüp dönüp okuyorum. Yoo, yeni bir şey değil tabii ki. Ama nasıl bir kişi ve bedeni ayrı iki varlık olabilir ki? Nasıl bir soyutlama (abstraction) 'dır bu? Nasıl kadınlar kendi bedenlerini bir sunulacak bir hazine veya saklanacak bir kıymetlims olarak görebiliyorlar?

Hepimizin bir kalitesi vardır. Kimse kimseyle rastgele birlikte olmaz. Ama biz (erkekler) ve bedenlerimiz ayrı iki varlık değiliz. Eğer biz biriyle birlikte olursa, biz oluruz; bedenimiz değil.

Örneğin kadınlar, çok isteseler de biriyle hemen birlikte olmazlar. Onun tüm sınavları başarıyla geçmesini ve ödülü haketmesini beklerler. Ya da evli çiftlerde çok sık rastlanan seks oruçları vardır. Kızınca seks'i rafa kaldırır ve eşini cezalandırır kadın.

Tanrının onlara verdiği bir armağandır vücûdları. Ve zamân içinde çok iyi öğrenmişlerdir değerini...

Buna ancak saygı duyulur...

Salı, Kasım 15, 2005

Geç aşklar...

Delikanlıyken (teenager) yaşadığın aşkların bir daha yaşanmayacağına ve onun orada kaldığına ve gerçek aşkın aslında yalan olduğuna inandırıyoruz kendimizi.

20'li yaşlarla birlikteyse daha çok skor veya diğer tatminler peşinde koşuyoruz. Ya da erişilmez/en güzel/yakışıklı/zengin/atletik/popüler olanla birlikte olma isteğinin...

30'larındaysa her şey daha da karışmaya başlıyor. Önceki deneyimlerimizi ne kadar da çocuksuymuş diye düşünüyorsak da, işlerin daha da zorlaşmaya ve karmaşıklaşmaya başladığını farkediyoruz. Eskiden beş dakikada biriyle birlikte olmaya karar verirken, şimdi iyiden iyiye tartmaya, gerçekten beni mi istiyor, yoksa vücudumun/paramın/konumumun peşinde mi diye düşünmeye başlıyoruz. İşte bu her türlü ilişki olasılığını da yok ediyor.

Biri eğer hayatımıza girecekse mutlaka tüm o filtrelerden geçmek zorunda. Ama etrafta acaba o kadar çok aday var mı? Ya da bizim yaşantımızı bu kadar çok ertelemeye hakkımız?

Ne kadar da çok kendimizi aşksız ve sevgisiz bırakıyoruz. Bir tür oruç bu. Kendimizi ne kadar koşullandırırsak koşullandıralım, yüreğimizin o taa en dibindeki köz, sönmeden kendini canlı tutuyor. En küçük fırsatta tekrar alevlenmek üzere.

Eğer bir şekilde bulunabilirse de en güzel aşk 30'larda yaşanıyor ama... Tüm komplekslerden uzak ve en önemlisi ne istediğini bilerek ve ifâde ederek. Karşındakine saygı duyarak.

Yalnızca kendini düşünmeden...

Salı, Kasım 01, 2005

Sığlık üzerine...

İnsanlar temel bir şeyi karıştırıyorlar. Bu aynen bakmakla görmek gibi bir şey; Bilgili olmak ile fikri olmak. Birisi, her hangi bir konuda bir kitap okuyunca o konuda evrenin bütün sırlarına erdiğini sanıyor.

Aslında en tehlikelisini yapıyorlar. Sığ sularda boğuluyorlar. İnsanlar hayatını veriyor bir konuya ve özünü yazıyor. Siz onu hap gibi aldığınızı zannediyorsunuz.

Çok üzülüyorum milletime, keşke en az bir konuda derinliğine bilgi sahibi olan insanlar olsa etrafımızda. Ama genellikle akşam televizyonda gördüğü ile, ya da geçen gün bir arkadaşının anlattığından aklından kaldığı kadarı ile bilgili olduğunu sanan insanlar var. Hep de, "ya neydi onun adı, ben biliyorum bunu, bak çıkartıcam" filan derler.

Ne geliyorsa bu yüzden geliyor başımıza... Eksik bilgiden. Bilgisizlik, sığ bilgiden daha iyidir.

Cahilden korkmam, sığdan korktuğum kadar... Cahil, en azından bilmediğini bilir, diğeri ise yanlış bildiğini bilgi sanır...

Çarşamba, Ekim 19, 2005

Gamze'deki tartışma iyi gidiyor. Bakılası...

Perşembe, Ekim 13, 2005

Sevmek mi sevilmek mi?

Herkes sevmek istiyor. Bir sevgili arıyor.

Bu işin kolay tarafı, seçersin birini uzaktan da seversin. Ama farkediyorsun ki, bu seni kesmiyor. Bu sefer o da seni sevsin istiyorsun. Ve esas soruna geliyorsun.

İnsanın temel ihtiyacı sevilmek. Ya da kabul görmek. Seni o hâlinle, o şekilde birisi sevsin ve kâbul etsin istiyorsun. Bunun için çabalıyorsun.

İşte bu nedenle Annen, Baban veya çocuğun benzersiz oluyor. Çünkü onlar seni her şekilde seviyor. Kızsan da, bağırsan da... Sevildiğini anladığın andan itibâren de onlara koşulsuz bağlanıyorsun.

Ne kadar da bencil bir duygu bu sevmek. Tüm dünya seni beğensin, sevsin diye sen de onları seviyor gibi yapıyorsun.

Pazartesi, Ekim 10, 2005

Terk etmek

Verilmesi en zor karar. Dün "seni seviyorum" dediğine, bugün "seni sevmiyorum" nasıl der insan?

Hep benden nefret etsin, o beni terketsin istedim. Yoo, dövmedim, bağırmadım, çağırmadım. Ama eskisi gibi mutlu da edemedim. Ama o, yine de benimle birlikte olmayı seçti.

Yapamıyorum. Ona değil, kendime ne olacağını bilemediğimden yapamıyorum. Geriye dönüp baktığımda, onaramayacağım yaralar bıraktığım bir geçmişim olmasından korkuyorum.

Bir terketse beni... Bir terketse... Keşke...

Tüketme kültürü

Gamzeli'ye yaptığım yorumu buraya da taşımak istedim...

Çarşamba, Ekim 05, 2005

Nedir bir ilişkiyi ayakta tutan?

Eğer yeterince uzun süredir birlikteysen, artık aşktan öte bir alışkanlık kalıyor geriye. Bir çok yönden daha güçlü bir bağ bu.

Aşk dediğin karnının karıncalanmasından öte nedir ki? En iyisi de hiç ya da çok az tanıdığın kişiye karşı duyulur. Aşk bence, seks gibi bedenin doğal tepkisidir. Akıl ve mantığın hiç çalışmadığı durumdur. Bir ilişki sırasında, karşındakini tanıdıkça mantık devreye girer. 1 gün de sürebilir 1 yıl da, 10 yıl da. Ama sanki şöyle bir bağlantı var gibi;

İlişki Kuvveti = Aşk + Sevgi

Buradaki İK sabit. İki değişken Aşk ve Sevgi. Başlangıçta Sevgi = 0, Aşk maksimum. Zamanla Aşk azalırken, eşitlik gereği Sevgi artıyor. Ama mâalesef ikisi birden artamıyor.

Sevgi daha derin gibi. Aşk her an, anlamsızca sevgilinin aklına gelmesidir. Geçer. Sevgi de ise, bir şeyler sana onu hatırlatır. Bak şimdi keşke şu Tramisu'yu o da tatsaydı, tam onun sevdiği gibi...

Sevginin kötü tarafı, elde bir var diye alınıp cebe konması. Oksijen gibi, varlığını hissetmezsin, kaybetmedikçe...

Perşembe, Eylül 22, 2005

Toplum üzerine

Şu kültürel baskılar her ne olursa olsun nasıl da derinden etkiliyor yaşantımızı. Verilen ödevler var, okula git, askere git, iyi bir iş bul, evlen, çoluk çocuk sahibi ol, takside gir, ev al, ...

Rutinlerle o kadar çok vakit harcıyoruz ki, bu hayattaki gerçek gayemizi unutup gidiyoruz.