Perşembe, Kasım 17, 2005

Kadın olmak isterdim...

Niye olmasın? Kendi bedeni ile bu kadar barışık ve her türlü davranışını temel olarak bu dürtü ile yönlendirmenin ne olduğunu anlardım belki de. 35 yıldır anlayamadım, başka bir yolu da yok gibi görünüyor.

Şu anda okuduğum kitaplardan birinde genç bir kız şöyle bir cümle kuruyor : "Onu (kalbimi) yeniden birine açmadan önce, bedenimi herhangi birine sunabilirim...".

Dönüp dönüp okuyorum. Yoo, yeni bir şey değil tabii ki. Ama nasıl bir kişi ve bedeni ayrı iki varlık olabilir ki? Nasıl bir soyutlama (abstraction) 'dır bu? Nasıl kadınlar kendi bedenlerini bir sunulacak bir hazine veya saklanacak bir kıymetlims olarak görebiliyorlar?

Hepimizin bir kalitesi vardır. Kimse kimseyle rastgele birlikte olmaz. Ama biz (erkekler) ve bedenlerimiz ayrı iki varlık değiliz. Eğer biz biriyle birlikte olursa, biz oluruz; bedenimiz değil.

Örneğin kadınlar, çok isteseler de biriyle hemen birlikte olmazlar. Onun tüm sınavları başarıyla geçmesini ve ödülü haketmesini beklerler. Ya da evli çiftlerde çok sık rastlanan seks oruçları vardır. Kızınca seks'i rafa kaldırır ve eşini cezalandırır kadın.

Tanrının onlara verdiği bir armağandır vücûdları. Ve zamân içinde çok iyi öğrenmişlerdir değerini...

Buna ancak saygı duyulur...

Salı, Kasım 15, 2005

Geç aşklar...

Delikanlıyken (teenager) yaşadığın aşkların bir daha yaşanmayacağına ve onun orada kaldığına ve gerçek aşkın aslında yalan olduğuna inandırıyoruz kendimizi.

20'li yaşlarla birlikteyse daha çok skor veya diğer tatminler peşinde koşuyoruz. Ya da erişilmez/en güzel/yakışıklı/zengin/atletik/popüler olanla birlikte olma isteğinin...

30'larındaysa her şey daha da karışmaya başlıyor. Önceki deneyimlerimizi ne kadar da çocuksuymuş diye düşünüyorsak da, işlerin daha da zorlaşmaya ve karmaşıklaşmaya başladığını farkediyoruz. Eskiden beş dakikada biriyle birlikte olmaya karar verirken, şimdi iyiden iyiye tartmaya, gerçekten beni mi istiyor, yoksa vücudumun/paramın/konumumun peşinde mi diye düşünmeye başlıyoruz. İşte bu her türlü ilişki olasılığını da yok ediyor.

Biri eğer hayatımıza girecekse mutlaka tüm o filtrelerden geçmek zorunda. Ama etrafta acaba o kadar çok aday var mı? Ya da bizim yaşantımızı bu kadar çok ertelemeye hakkımız?

Ne kadar da çok kendimizi aşksız ve sevgisiz bırakıyoruz. Bir tür oruç bu. Kendimizi ne kadar koşullandırırsak koşullandıralım, yüreğimizin o taa en dibindeki köz, sönmeden kendini canlı tutuyor. En küçük fırsatta tekrar alevlenmek üzere.

Eğer bir şekilde bulunabilirse de en güzel aşk 30'larda yaşanıyor ama... Tüm komplekslerden uzak ve en önemlisi ne istediğini bilerek ve ifâde ederek. Karşındakine saygı duyarak.

Yalnızca kendini düşünmeden...

Salı, Kasım 01, 2005

Sığlık üzerine...

İnsanlar temel bir şeyi karıştırıyorlar. Bu aynen bakmakla görmek gibi bir şey; Bilgili olmak ile fikri olmak. Birisi, her hangi bir konuda bir kitap okuyunca o konuda evrenin bütün sırlarına erdiğini sanıyor.

Aslında en tehlikelisini yapıyorlar. Sığ sularda boğuluyorlar. İnsanlar hayatını veriyor bir konuya ve özünü yazıyor. Siz onu hap gibi aldığınızı zannediyorsunuz.

Çok üzülüyorum milletime, keşke en az bir konuda derinliğine bilgi sahibi olan insanlar olsa etrafımızda. Ama genellikle akşam televizyonda gördüğü ile, ya da geçen gün bir arkadaşının anlattığından aklından kaldığı kadarı ile bilgili olduğunu sanan insanlar var. Hep de, "ya neydi onun adı, ben biliyorum bunu, bak çıkartıcam" filan derler.

Ne geliyorsa bu yüzden geliyor başımıza... Eksik bilgiden. Bilgisizlik, sığ bilgiden daha iyidir.

Cahilden korkmam, sığdan korktuğum kadar... Cahil, en azından bilmediğini bilir, diğeri ise yanlış bildiğini bilgi sanır...