Perşembe, Nisan 27, 2006

Kameralar

Kameralar AIDS'den sonra insanlığın başına gelen en büyük felaket! Herkes gizlice kayıt edilmekten korkuyor...

Zaman zaman eski pornolardaki o saadet dolu günleri izliyorum. Bütün bir eyleme değil, insanların prezarvatif kullanmadan ne kadar da rahat ve özgür olduklarını görüyor ve kıskanıyorum.

Artık prezarvatifle bile insanlar kendilerini güvende hissetmiyorlar, neredeyse seksten önce bir check-up raporu istenecek.

Şimdi bir de kamera çıktı, sanırım yakında seksle değil mitoz ya da mayoz bölünerek çoğalacağız (hiç anlamam biyolojiden :-))

Çarşamba, Nisan 26, 2006

Anı yaşamak...

Bayıldığım Akşam'ın pazar eki Brunch'taki bir yazı sinirlendirdi beni. Burak Turna yazmış, başlığı "Stratejik Düşünmek". İlk cümleyi aynen yazıyorum : "Bir bireye ya da bir şirkete en fazla zarar veren şey günü yaşamaktır. Herkesin bir yaşam stratejisi olmalı, gelecek için planlar yapmalıdır. Başarı ancak bundan sonra gelir." Elemanın fotoğrafını görseniz, zaten anlık zevklere ne kadar uzak biri olduğunu anlarsınız.

Bu arkadaş varoluşçuluku o kadar çok arka tarafından anlamış ki, bu kadar olur yani. Sanki ânı yaşamak, vur patlasın, çal oynasın takılmak, bir şeylerim, diğer bir şeylerime denk demek.

Burak Bey derhal burada devreye giriyor ve bize sopayı gösteriyor: "Stratejik düşünmeyenler, her zaman için akıntının onları götürdüğü yere giderler." Ve kılıcı savuruyor : "Yani günü yaşa felsefesi temelde yanlış bir felsefedir."
İbo gibi konuşayım : "Saygı duyarım, onun düşüncesidir.". Ama kelimelerin kendi anlamları yerine, direk olarak felsefenin ne dediğine baksa çok iyi olur. Pozitif ve negatif varoluşçuluğu incelese, tarihsel gelişimine baksa ve sonra bir karara uysa iyi ederdi. Sonuçta büyük bir gazetede yazıyorsun ve seni okuyan bir sürü kişi var, burada benim gibi 15-20 kişiye (temelde kendi için) yazmıyor. İnsanlar buna bakarak karar veriyorlar. (Prof.Dr.) Üstün (Dökmen) Hoca bu yazıyı okuduysa ne üzülmüştür, bu kadar yılını verdi bu işe, insanları ânı yaşamaya iknâ edebilmek için. Birileri direk girip darma duman ediyor ortalığı...

Ânı yaşamak demek, hayatı, olduğunuz gibi yaşarken, mevcut güzelliklerin de farkına varabilmek demektir. Örneğin: Arabayla evinize gidiyorsunuz ve eve yaklaşırken çok güzel bir müzik çalmaya başladı radyoda. Ama hemen sonra eve geldiniz. Ne yapıyoruz genellikle? Daha eve yaklaşırken emniyet kemerini çözüp, cüzdan, paket ne varsa alıp, eve varır varmaz da kendimizi dışarı atıp eve koşuyoruz...

Ama ânı yaşamak der ki, ne bu acele? Ne güzel müzik çalıyor, rahatla biraz, kapat motoru, bırak müzik bitsin. İki dakika daha otur arabada ve o ânın keyfini çıkar. Koşarak gitme eve, yürürken etrafının farkına var. Bak köşede kara gözleriyle sana bakan bir kedi iyi akşamlar diyor, o iki kaldırım taşının arasından bir çiçek fırlamış her şeye rağmen, tek amacı sana hayatı güzelleştirmek. Amacın eve gitmek olmasın, eve gitme eyleminin kendisinden keyif almaya çalış.

Neyse, koca kitapları burada anlatacak değilim, ama bu arkadaş ânı yaşamayı eve gitme, koş meyhaneye şeklinde anlamış.

Pazartesi, Nisan 24, 2006

Biraz daha antropoloji...

Erkeklerin tüm dünyayı kontrol etmesi kadınları oldum olası kızdırır. Ama yapacakları çok bir şeyleri yok, sonuçta milyonlarca yıllık program.

Başlangıçta hem ot hem et yiyen erkekler vardı. Ama daha çok eti tercih edenler, aldıkları fazlalık proteinden dolayı daha çok beyin hücresine ve daha güçlü kaslara sahip oldular. Ve hayatta kalma şansları arttı.

Yani diyorum ki, bizler, o çok et yiyen erkeklerin torunlarıyız. Yemeyen atalarımız yok oldu gitti.

Bu nedenle biz erkekler, sizler nazikçe salatanızı yerken, koca koca bonfilelere saldırıyor, ya da 2-3 gün et yemezsek derhal kendimizi kebapçıya atıyoruz.

Kızlar! Çok et tüketin, çocuklarınıza tükettirin. Daha çok protein, daha fazla zihinsel güç demek. Beyin, düşmandan kaçarken de, avlanırken de işinize yarar...

Salı, Nisan 18, 2006

Skorer oyuncular...

Sizce niye insanlar sürekli eş değiştirir?

Bir kaç ilişkisi olanları anlarım. Değişik tadların peşinde koşabilirler. Ama onlarca ya da yüzlerce eşiniz olduysa? Aralarında bir fark görebiliyor musunuz? Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği'nde Thomas'ın aradığı detayları mı arıyorsunuz? Hayır, gerçekten çok az fark var. Ve bu fark, matematikte bir limitin sonsuza giderken kesrin sabit bir sayıya yaklaşması gibi, deneyiminiz belli bir üst limiti aştıktan sonra artık farkedilmez oluyor.

Peki hâlâ niye insanlar skor peşinde koşar?

Çünkü aslında onlar olabildiğince fazla erkek/kadın tanımaya çalışmıyor, arada fark aramıyorlar. Temelde eksik özgüvenlerinin onaylanmasını bekliyorlar. Sevgi eksiklerini tamamlamaya çalışıyorlar.

Her birlikte olduğu kişi, onda yalnızca zafer duygusu uyandırır. Yine elde etmiştir, hâlâ iyidir, hâlâ beğenilmektedir. Zafer onundur.

İnanın bir zamanlar yatağa götürdüğüm kadınları çıplak gördüğümde, canım onlarla birlikte olmak istemezdi. Çünkü gerisi bir formalite idi.

Çok yakışıklı bir erkek ya da çok güzel bir kadın bile çocukluğundaki sorunlardan dolayı bu hastalığa yakalanmış olabilir. Sürekli eş değiştirmeleri kendilerince ya da etraflarınca çapkınlık olarak görülebilir ve iltifât görebilirler. Ama bence patalojik bir durumdur ve tedavi gerektirir.

İnanın tedavisi de çok kolaydır. Ama size acı verebilir. Çünkü tedavi sonucunda eski güzel yaşamınız yerine, tercihen tek eşli yaşamanız ve bu ilişkiyi bir süre devam ettirmeniz beklenir.

Sonuçta eskisi gibi lüzumsuz enerji harcamanız da gerekmez. Enerjinizi kendiniz ve eşiniz için harcarsınız. Eskisinden daha da mutlu olduğunuzu görürsünüz.

Cuma, Nisan 07, 2006

Antropolojiye devam

Sizi bilmem, ama ben prezervatifin sex sırasında verdiği değil, sexten sonra verdiği duygudan rahatsızım. İstediği kadar ince, kaygan ya da başka bir şey olsun. Zevki belki de çok değiştirmiyor ama kesinlikle sex sonrasındaki rahatlamayı engelliyor.

Çünkü prezervatif varsa, doğaya karşı geldiğimi düşünüyorum. Doğa bize öncelikle hayatta kalmamızı, sonra da neslimizi devam ettirmemizi emrediyor. Temelde tüm davranışlarımızın alt programında da bu hayvansal güdüler var. Daha iyi bir nesil için, en sağlıklı ve çocuklarımıza en iyi bakacağına inandığımız erkek ya da kadınlar seçip, evlenmeye çalışıyoruz. Ve ne yaparsak yapalım, çocuk doğurmayınca da kendimizi hep eksik hissediyoruz. Hepimiz sebebini bilmesek de bunu yapıyoruz, sonra da "bana bakar" ya da "çok şirinler" diye açıklıyoruz.

Hayır programımız böyle, neslimizi devam ettirmeliyiz.

İşte bu nedenle prezervatif kullanınca bunu yapamadığımı, başaramadığımı hissediyorum.

Ama eğer prezervatif yoksa, işte o anda tüm benliğimle erkek olarak elimden geleni yaptığımı, geriye kalanın yalnızca doğaya kaldığını hissediyorum.

Bu çok önemli, bir düşünün... Sonucunda çocuk olması bir felâket olabilir. Ama bu sonraki insâni dönem. Ben orgazmın hemen sonrasından bahsediyorum. Yani hâlâ hayvansal olarak davrandığımız andan.

Bir düşünün...