Salı, Kasım 15, 2005

Geç aşklar...

Delikanlıyken (teenager) yaşadığın aşkların bir daha yaşanmayacağına ve onun orada kaldığına ve gerçek aşkın aslında yalan olduğuna inandırıyoruz kendimizi.

20'li yaşlarla birlikteyse daha çok skor veya diğer tatminler peşinde koşuyoruz. Ya da erişilmez/en güzel/yakışıklı/zengin/atletik/popüler olanla birlikte olma isteğinin...

30'larındaysa her şey daha da karışmaya başlıyor. Önceki deneyimlerimizi ne kadar da çocuksuymuş diye düşünüyorsak da, işlerin daha da zorlaşmaya ve karmaşıklaşmaya başladığını farkediyoruz. Eskiden beş dakikada biriyle birlikte olmaya karar verirken, şimdi iyiden iyiye tartmaya, gerçekten beni mi istiyor, yoksa vücudumun/paramın/konumumun peşinde mi diye düşünmeye başlıyoruz. İşte bu her türlü ilişki olasılığını da yok ediyor.

Biri eğer hayatımıza girecekse mutlaka tüm o filtrelerden geçmek zorunda. Ama etrafta acaba o kadar çok aday var mı? Ya da bizim yaşantımızı bu kadar çok ertelemeye hakkımız?

Ne kadar da çok kendimizi aşksız ve sevgisiz bırakıyoruz. Bir tür oruç bu. Kendimizi ne kadar koşullandırırsak koşullandıralım, yüreğimizin o taa en dibindeki köz, sönmeden kendini canlı tutuyor. En küçük fırsatta tekrar alevlenmek üzere.

Eğer bir şekilde bulunabilirse de en güzel aşk 30'larda yaşanıyor ama... Tüm komplekslerden uzak ve en önemlisi ne istediğini bilerek ve ifâde ederek. Karşındakine saygı duyarak.

Yalnızca kendini düşünmeden...

2 yorum:

Gamzeli dedi ki...

çok doğru yaş ilerledikçe insan daha bir düşünceleri değişiyor... Bu sefer daha çok seçici oluyor...Aşk evliliği değil , daha çok mantık evliliği yapıyor...

ucusanlar dedi ki...

Aslında aşk evliliği filân yalan. Sonunda aşk maşk kalmıyor ki? Eskiler nikâhta keramet vardır diye boşa dememişler.

Paul Cohello, Şeytan ve Kadın'da da bahseder. Chantal biriyle evlenmek nedir ki? Eninde sonunda sevmez misin onu zaten? diye düşünür.

Haklı. Sevgi dediğin şeyin çoğu alışkanlık.